11 Haziran 2017 Pazar

Geçmişten Günümüze Türk Devletleri

- Sümer İmparatorluğu / M.Ö. 3500-M.Ö. 2000
- Hitit İmparatorluğu / M.Ö. 2000-M.Ö.1200
- İskit-Saka İmparatorluğu / M.Ö. 7.yüzyıl
- Büyük Hun İmparatorluğu / M.Ö. 220 - M.Ö. 58
- Kuzey Hun Devleti / 48-156
- Güney Hun Devleti / 48-216
- Batı Hun İmparatorluğu / 48-216
- Avrupa Hun İmparatorluğu / 375-454
- Tabgaç Devleti / 385-557
- Ak Hun İmparatorluğu / 420 - 562
- Doğu Tabgaç Devleti / 534-557
- Batı Tabgaç Devleti / 534-557
- Sabar Devleti / 5. asır - 7. asır arası
- Dokuz Oğuz Devleti / 5. asır sonu - 6. asır sonu
- Otuz Oğuz Devleti / 5. asır sonu - 6. asır sonu
- Onogurlar / 5. asır - 6. asır arası
- Birinci Göktürk İmparatorluğu / 552-582
- Doğu Göktürk İmparatorluğu / 582-630
- Batı Göktürk İmparatorluğu / 582-630
- Büyük Bulgarya Hanlığı / 630-665
- Konglu Devleti / 712-730
- İkinci Göktürk İmparatorluğu / 681-743
- Türgiş Devleti / 717-766
- Basmiller / 7. asır - 8.asır arası
- Avar İmparatorluğu / 565 - 835
- Uygur Devleti / 744-840
- Tolunoğulları / 868-905
- Hazar İmparatorluğu / 630 - 965
- İhşidiler / 935-969
- Kimekler / 7. asır - 11. asır arası
- Tuna Bulgar Hanlığı / 632-1018
- Kansu Uygur Devleti / 848-1036
- Oğuz Yabgu Devleti / 950 - 1040
- Karahanlılar Devleti / 840-1041
- Uz Hanlığı / 860-1068
- Peçenek Hanlığı / 860-1091
- İzmir Çaka Beyliği / 1080-1098
- Çubukoğulları Beyliği / 1085-1112
- Suriye Selçuklu Devleti / 1092-1117
- Böriler / 1117-1154
- Büyük Selçuklu İmparatorluğu / 1037-1157
- Danişmendliler Beyliği / 1092-1178
- İnaloğulları Beyliği / 1098-1183
- Gazneliler Devleti / 962-1187
- Dilmaçoğulları Beyliği / 1085-1192
- Irak Selçuklu Devleti / 1157-1194
- Saltuklu Beyliği / 1092-1202
- Kırgız Devleti / 840-1207
- Ahlatşahlar Beyliği / 1100-1207
- Karahoca Uygur Devleti / 991-1211
- Doğu Karahanlılar Devleti / 1041-1211
- Batı Karahanlılar Devleti / 1041-1212
- Fergana Karahanlı Devleti / 1141-1212
- Kuman-Kıpçak Hanlığı / 9. asır - 13. asır
- Karluk Devleti / 766-1215
- İldenizliler / 1146-1225
- Harezmşahlar Devleti / 1097-1231
- Erbil Beyliği / 1146-1232
- Zengîler / 1127-1259
- Mengüçlü Beyliği / 1072-1277
- Salgurlular / 1147-1284
- Dobruca Beyliği / 1281-1299
- Arpad Hanedanlığı / 896-1301
- Kirman Selçuklu Devleti / 1092-1307
- Anadolu Selçuklu Devleti / 1092-1307
- Çobanoğulları Beyliği / 1227-1309
- Pervaneoğulları Beyliği / 1277-1322
- Eşrefoğulları Beyliği / 13. asır ortaları - 1326
- Sahip Ataoğulları Beyliği / 1275-1342
- Eyyubiler Devleti / 1171-1348
- Ahiler Beyliği / 1290-1354
- Karesioğulları Beyliği / 1297-1360
- İnançoğulları Beyliği / 1261-1368
- Eretna Beyliği / 1335-1381
- Tekeoğulları Beyliği / 1321-1390
- İtil (Volga) Bulgar Hanlığı / 665-1391
- Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti / 1381-1398
- Berçemeoğulları Beyliği / 12. asır
- Artuklu Beyliği / 1102-1408
- Saruhanoğulları Beyliği / 1302-1410
- Delhi Türk Sultanlığı / 1206-1413
- Germiyanoğulları Beyliği / 1300-1423
- Hamitoğulları Beyliği / 1301-1423
- Canikoğulları Beyliği / 13.Asır
- Menteşeoğulları Beyliği / 1280-1424
- Aydınoğulları Beyliği / 1308-1426
- Candaroğulları Beyliği / 1299-1462
- Karakoyunlu Devleti / 1380-1469
- Kırım Hanlığı / 1440-1475
- Yaruklular Beyliği / 13.Asır
- Karamanoğulları Beyliği / 1256-1483
- Akkoyunlu Devleti / 1350-1502
- Altınordu Devleti / 1236-1502
- Büyük Timur İmparatorluğu / 1368-1507
- Memlük Devleti / 1250-1517
- Dulkadiroğulları Beyliği / 1339-1521
- Kazan Hanlığı / 1437-1552
- Kasım Hanlığı / 1445-1552
- Astrahan Hanlığı / 1466-1554
- Özbek (Şeybani) Hanlığı / 1428-1599
- Sibir Hanlığı / 1556-1600
- Ramazanoğulları Beyliği / 1325-1608
- Yarkand Hanlığı / 1514-1680
- Kazak Hanlığı / 1465-1729
- Safevi Devleti / 1501-1760
- Buhara Hanlığı / 1599-1785
- Afşar Hanedanı / 1736-1796
- Babür İmparatorluğu / 1526-1858
- Hokand Hanlığı / 1710-1876
- Kaşgar-Tufan Hanlığı / 15. asır başları - 1877
- Batı Trakya Türk Cumhuriyeti / 1913 - 1913
- Kırım Halk Cumhuriyeti / 1917-1918
- Hive Hanlığı / 1512-1920
- Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti / 1918-1920
- Osmanlı İmparatorluğu / 1299-1922
- Türkiye Cumhuriyeti / 1923
- Kaçar Hanedanı / 1796-1925
- Hatay Cumhuriyeti / 1938-1939
- Tannu Tuva Halk Cumhuriyeti / 1921-1944
- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti / 1983
- Azerbaycan Cumhuriyeti / 1991
- Kazakistan Cumhuriyeti / 1991
- Kırgızistan Cumhuriyeti / 1991
- Özbekistan Cumhuriyeti / 1991
- Türkmenistan Cumhuriyeti / 1991

9 Haziran 2017 Cuma

1947 yılında gecekonduları açıkgözler inşa ediyormuş!

Mecidiyeköy'de Maliye'ye ait arsalarda yapılan gecekondu evleriyle Vilayet, Belediye ve Beyoğlu Kaymakamlığı yakından meşgul olmaktadırlar. Buradaki evlerin sayısı (74)'e çıkmıştır. Belediye hepsi hakkında yıktırma kararı vermiştir. Kaymakamlık bu kararı ev sahiplerine tebliğ ettiğinden ev sahipleri Vilayet İdare Heyeti'ne itiraz ederek Belediye kararının iptalini istemişlerdir. Vilayet, müracaatları ayrı ayrı tetkik etmek icap ettiğinden bunları henüz bir karara bağlamamıştır.

Diğer taraftan kaymakamlık burada ev yaptıranların durumlarını yakından tetkik ettirmiştir. Kaymakamlığın vardığı neticeye göre ev sahibi tarafından çıkarıldığından sokakta kalmamak için burada ev yaptıran kimse yoktur. Esasen burada inşa edilen 74 evin sahibi 10-12 kişiden ibarettir. Burada adeta bir yapı şirketinin teşekkül ederek evler yaptırıp satmakta olduğu yine tetkikat neticesinde anlaşılmıştır.
Bundan başka Kağıthane Köyü'ne ait tarlalar Mecidiyeköy'e kadar uzandığından Mecidiyeköy'de ev yaptıranların bu tarlalardan da istifade etmek arzusunda oldukları tespit edilmiştir. İlgili makamlara göre başkasının arsasına veya tarlasına ev yapmak yasak olduğu halde şehrin bugünkü mesken buhranı dolayısıyla mevzuata aykırı olsa ev yaptıranların hoş görüleceğini ve himaye edileceklerini zanneden birkaç açık gözün yolsuz hareketleri gittikçe artmaktadır.

Bu evler hem yapı, yollar kanununa muhalif bulunmakta ve hem de evlerin yapıldığı arsalar bina sahiplerine ait bulunmamaktadır. Burada evi olanların durumu adım adım takip edilerek yeni evler kurulmasına meydan vermek için tedbirler alınmıştır. Sadece dış tarafından tahta çakılmış bulunan evlerin iç taraftan tuğlalarla örüldüğü, bu iş tamamlanınca tahtaların sökülerek bu derme çatma evlerin kagir haline getirilmeye çalışıldığı da tespit edilmiştir. Bu gecekondu evleri de Sirkeci ile Yedikule arasında, harap surlar üzerinde de yapılmaya başlanmıştır.

Cemiyet-i Ticariye'den İstanbul Ticaret Odası

Amerika'nın keşfi, Afrika'yı dolaşarak Uzakdoğu pazarlarına ulaşacak yeni ticaret yollarının bulunması, İngiltere'de buharlı makinalarla başlayan sanayi devrimi, Fransız İhtilali'nin getirdiği toplumsal rüzgarlarla dünyanın çehresi hızla değişmeye başlamıştı.

Yeni bir ekonomik sistemin ilk adımları, dünya üzerindeki güç dengelerindeki değişimler, sanayi ve ticaretin birbirini besleyerek hızla gelişmesi, taşımacılıkta sağlanan gelişmeler, icat ve keşifler ve o günün koşullarında da olsa yaşanmaya başlanan küreselleşme; daha önceleri uygarlık ve gelişmenin örnek coğrafyası olan Osmanlı, Rus, Hint, Çin gibi doğu imparatorluklarının önüne yeni bir problemi getirdi: "Modernleşme". Osmanlı İmparatorluğu ise; Tanzimat ile bu yöndeki ilk büyük hamlesini gerçekleştirmişti. Geleneksel Osmanlı loncaları, Batı'nın endüstriyel retimi ve gelişmiş ticaretinin de etkisiyle, ekonomik işlevlerini yerine getiremeyerek çökmüşlerdi.

Yaşanan tüm gelişmeler, farklı bir anlayış ve yaklaşımla, üretimin ve ticaretin yeniden örgütlenmesini gerektiriyordu. İlk olarak; tarım, sanayi ve ticaretin geliştirilmesi amacıyla bir dizi idari ve hukuksal düzenlemeye gidildi ve 25 Haziran 1876'da Meclis-i Ticaret ve Ziraat kuruldu. Büyük ölçüde "uzman ve entelektüel danışmanlık" olarak değerlendirilebilecek bir işlev ve konumda bulunan Meclis-i Ticaret ve Ziraat, zaman içinde Meclis-i Ticaret olarak faaliyetlerini sürdürdü.

Meclis-i Ticaret; 19 Ocak 1880'de kurulan Dersaadet Ticaret Odası'nın çekirdeğini oluşturdu ve ilk toplantısını 14 Ocak 1882 tarihinde yaparak, Osmanlı İmparatorluğu'nun her alanda çöküş yaşadığı bir dönemde ekonominin kurtarıcısı olması umuduyla Oda'mız; "Dersaadet Ticaret Odası" adıyla kuruldu. 1910 yılında İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası adını alan Odamızın; 1923'te Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, İzmir İktisat Kongresi'ni izleyen yıllarda çehresi, işlevi, görev ve sorumlulukları hızla değişti.

1925 yılında yayımlanan Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu'nun ardından, Yönetmeliklerin çıkması, Türkiye'deki birçok Oda'ya olduğu gibi İstanbul Ticaret Odası'na da hukuksal altyapı sağlayarak, tüzel kişilik haline getirdi. Odalara tüzel kişilik hakkı sağlamasının yanı sıra, 14 Mayıs 1925'te yürürlüğe giren 655 sayılı Kanun ile de ticari faaliyette bulunan herkesin Odalara üye olması zorunlu hale getirildi.

8 Mart 1950 tarihinde yürürlüğe giren 5590 sayılı Odalar ve Borsalar Birliği Kanunu ise; üyelerinin birbiriyle ve halk ile ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni temin ederek meslek disiplinini, ahlak ve dayanışmayı korumak, mesleğin toplumun genel çıkarlarına uygun olarak gelişmesini ve mesleki faaliyetlerin kolaylaştırılması için uygun koşulları sağlamak üzere kurulan Odalara özerklik kazandırmış, bunun sonucu olarak sanayicilerin başka bir meslek kuruluşunda biraraya gelmelerinin ardından, 30 Mayıs 1952 tarihinde Oda'mız bugünkü adını almıştır.

1925 yılında 4.Vakıf Handaki binada hizmet vermeye başlayan Oda'mız; 1970 yılından itibaren Haliç kıyısında yaptırdığı binada hizmetlerine devam etmiş ve 2000 yılının Eylül ayından itibaren ise; metruk halde iken restore edilerek, faaliyete geçirilen Eminönü'ndeki, 21.yüzyıla yakışır teknoloji ve konforla donatılan yeni binasında; başta üyeleri olmak üzere İstanbul'a ve ülkemize hizmet vermeye devam etmektedir.

Bugün 98 Meslek Komitesi ve 300 bini aşan üyesiyle dünyanın en büyük Ticaret Odasından biri olan Oda'mız; ülkenin kalkınması ve yeniden bir dünya devleti haline gelmesi hedefine katkıda bulunmak üzere, 1927 yılında Milletlerarası Ticaret Odası'na üye olmuş, 1963 yılında bugün AB ilişkilerimizde öncü olan İktisadi Kalkınma Vakfı'nı kurmuş ve 1993 yılında ise Akdeniz Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği (ASCAME)'ne üye olmuştur. UNIDO ile işbirliği çerçevesinde Yan Sanayi Borsası çalışmaları ise 80'li yıllarda başlamıştır. Yine aynı yıllarda Oda'nın önderliğinde İstanbul Dünya Ticaret Merkezi kurulmuştur.

Çağdaş iş düzeninin önemli unsurlarından olan Tahkim Müessesesi 1950 yılında ürürlüğe giren İstanbul Ticaret Odası Tahkim Uzlaştırma ve Hakem Bilirkişilik Yönetmeliği uyarınca işlerlik kazanmıştır. Ayrıca 1960'lı yıllarda, tüketicinin korunması ile ilgili yasal düzenlemeler daha yapılmadan önce tüketici haklarının korunması faaliyetleri Odamızca başlatılmış ve özellikle 1981 yılında yürürlüğe giren "İTO Üyeleri Tüketiciyi Koruma Taahhütnamesi Sistemi" ile "tüketici her zaman haklıdır" felsefesi doğrultusunda tüketici şikayetleri hızla çözüme kavuşturulmaya başlanmıştır.

Odamız; 1996 yılında İstanbul ve Kadıköy Sicil Memurluklarının kendisine devredilmesinin neticesinde, üyelerine karşı önemli bir sorumluluk daha üstlenmiştir. Üyelerimizin hizmete en kolay ve hızlı bir şekilde ulaşabilmeleri amacıyla faaliyete geçirilen Kadıköy, Perpa, İSTOÇ ve Yeni Bosna hizmet birimlerimiz en etkin şekilde hizmet verme gayreti içerisindedir.

2000'li yıllara gelindiğinde Oda'mız, yeni bir Türkiye düşüncesinden hareketle hizmetlerini sadece ticari hayat ile sınırlandırmayıp eğitim alanında da faaliyetlerini artırarak sürdürmüştür. Eğitim camiasına bugüne kadar onbir okul kazandırmakla kalınmamış, 1995 yılında Dış Ticaret Enstitüsünü kurup eğitim konusunda insiyatif alarak iş dünyasının ihtiyacı olan uluslararası pazarlama uzmanları yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu ilk adım 2001 yılında büyük bir girişime dönüştürülerek Atatürk Türkiye'sini yeni bin yılda yönetecek genç beyinleri evrensel çapta hayata hazırlamak üzere "Vakıf Üniversitesi" statüsünde İstanbul Ticaret Üniversitesi'ni kurmuştur.

Cumhuriyetimizin çağdaş yapılanmasının bir örneği olarak faaliyetlerine devam eden Odamızın her alanda gerçekleştirdiği öncülük faaliyeti "Kalite" konusunda da gerçekleşmiş ve 12 Nisan 1999 tarihinde çalışmalarını tamamlayarak, dünyada ve ülkemizde ISO 9001 Kalite Belgeli ilk meslek kuruluşu olma ünvanını elde etmiştir.

Odamızın kalite konusundaki serüveni bununla da kalmamış, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nce, Türk Oda Geliştirme Programı çerçevesinde, Avrupa Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği (Eurochambres) ve İngiltere Odalar Birliği ile "Türk Odaları İçin Kalite Stratejisi" isimli bir çalışma başlatılmış, sözkonusu proje çalışmaları sonucunda, Oda'mız Avrupa Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği Akreditasyon Kurulu tarafından yapılan denetim sonucunda aldığı yüksek puanla, "Avrupa'nın En İyi Odası" seçilmiştir.

1997 yılında hizmete giren Odamız Internet sayfası, üyelerimize daha hızlı hizmet verebilmek ve bilgiye kolay ulaşmalarını sağlamak amacıyla 2003 yılında Portal’a dönüştürülmüştür.

2002 yılında Formula 1 İstanbul projesi başlatılmış ve 2004 yılında İstanbul, Formula 1 yarış takvimine alınmıştır.

Odamız İstanbul’un ve Türkiye’nin ticaret hayatına katkıları yanında sanata da katkılarını sürdürmüş ve 2004 yılında Eminönü Meydanı’nda Açıkhava Sanat Merkezi’ni açmış, geleneksel hale gelmesi amaçlanan “1.Tarih-Sanat Buluşması” resim yarışmasını düzenlenmiştir.

Oda'mız; kendisine 123 yıl önce yüklenen ekonominin neferi olma misyonunu genişleyen vizyonu paralelinde daha da geliştirerek, uzman personeli, girişimci ruhu, her dönem dürüstlük ve adaleti temel alan politikası ile geçmişde olduğu gibi gelecek yıllarda da ülkemizde ve uluslararası camiada önemli yeri olan bir sivil toplum kuruluşu olarak, toplumun ve özellikle iş dünyasının öncüsü olmaya devam edecektir.

Eskişehir Ticaret Odası Tarih

Osmanlı Devleti’nde XIX. yüzyıla kadar esnaf ve zanaatkarlar, yani tarımsal faaliyetler dışındaki iktisadi faaliyetler ile uğraşanlar, 'Lonca' adı verilen mesleki kurumlar dahilinde örgütleniyorlardır. İslam uygarlığı içinde Osmanlı Devleti’nden önce kurulmuş diğer İslam devletlerinde de “Fütüvvet-ahilik” kurumu doğrultusunda Lonca benzeri kurumlar vardı. Sanayi devrimi ve özellikle 1838 Balta Limanı Anlaşması ile Osmanlı dış ticaret rejiminde yaşanan değişim yerli zanaatların çöküşünü hızlandırdı. Loncalar önce işlevlerin yitirdiler. Daha sonra Loncaların varlığı hukuken sonra erdi.

Tanzimat’tan (1839)sonra ticaret hukukundaki batılılaşma süreci çerçevesinde Ticaret ve Sanayi Odaları kuruldu. İlk kurulanlar yabancı devletlerin Ticaret Odalarıydı. Osmanlı Devletinde ilk yerli Ticaret Odasının kuruluşundan on üç yıl sonra Eskişehir Ticaret ve Ziraat Odası faaliyete başladı. Daha önce yapılan akademik çalışmalarda hicri tarihi miladi tarihe çevirmedeki hatalar nedeniyle bu tarih 1895 olarak belirtilmesine rağmen, yapılan arşiv çalışmalarında 1893 tarihi tespit edildi. Bu tarihteki ilk yönetim (1311 / 1893 tarihli Salnameye göre) Başkan Zeytunzade Tevfik Efendi, Azalar Karnik Agopyan, Humbo Efendi, Katip Süleyman Efendi’den oluştu

Türkiye’nin yakın dönem tarihinde olduğu gibi ekonomik ve toplumsal tarihin de bir dönüşümün başlangıcını ifade eden II. Meşrutiyet döneminde, Ticaret Odalarının sayısı artarak devam etti. Bu dönemdeki oda sayısı 160’ın üzerindeydi. 14 Haziran 1910 tarihinde Ticaret ve Sanayi Odaları Nizamnamesi kabul edildi. Yayınlanan nizamname çerçevesinde ETO’da kendine özel bir nizamname hazırladı. Ali Ulvi (Bayraktar) oda başkanlığına seçildi.

Birinci Dünya Savaşının ekonomik koşulları, savaşan ulusları derinden etkiledi. Bu zor süreçte bile ETO varlığını sürdürdü. Mondros Mütarekesi ve sonrasında başlatılan haksız işgallere karşı Mustafa Kemal(Atatürk) ‘in önderliğinde başlatılan Milli Mücadele sürecinin finansmanına Oda üyeleri önemli katkılar sağladı. Eskişehir’in ilk önce İngiliz, daha sonra Yunan işgaline uğraması kente ağır hasarlar verdi. Özellikle Yunan ordusunun çekilmesi sırasında yapılan tahribattan ETO’da etkilendi. Birçok evrak çıkarılan yangınlarla kül oldu.

Cumhuriyet dönemi ile birlikte, önceleri Ankara’ya bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren ETO, daha sonra bağımsız olarak çalışmalarını sürdürdü. Kentte sanayi’nin gelişmesiyle birlikte Eskişehir Ticaret ve Sanayi Odası olarak faaliyet alanını genişleten oda, 1968 yılında sanayici üyelerinin isteği, Oda’nın muvafakati ve Ticaret Bakanlığı’nın izniyle Sanayi Odası’nın kurulmasına olanak sağladı. Bu tarihten sonra da oda unvanı Eskişehir Ticaret Odası olarak değiştirildi.

Kocaeli Ticaret Odası Tarih

MESLEKİ faaliyetlerin tek elden sürdürüldüğü dönemde İzmit Ticaret ve Sanayi Odası olarak mevcudiyetini koruyan odamız daha sonra bölünmeler yaşamış ve bu bölünmelerin ardından İzmit Ticaret Odası adını alarak Karamürsel, Gölcük, İzmit, Derince ve Kandıra ilçelerinde üyelerimize hizmet götürmüştür.

Eldeki belgelerden 1897 yılında faaliyet gösterdiği anlaşılan odamız, 1945 yılında ilk resmi belgesini verdiği anlaşılmaktadır. Türkiyenin en köklü meslek örgütlerinin başında gelen Kocaeli Ticaret Odası Aralık 1988 yılında Gebze Ticaret ve Sanayi Odasının kurulmasıyla ikiye bölünmüş, ardından Haziran 1989 tarihinde Kocaeli Sanayi Odasının kurulmasıyla bölünme devam etmiştir. 1999 yılında da Körfez Ticaret Odasının kurulmasıyla bölünme işlemi tamamlanmıştır.

2008 yılında meclis kararıyla isim değişikliğine giden İzmit Ticaret Odası, bu tarihten sonra Kocaeli Ticaret Odası unvanıyla üyelerine hizmet vermeye devam etmiştir. Yerel yönetimlerde meydana gelen değişimler ve ilçe sayılarında yaşanan artış, Kocaeli Ticaret Odasının da yetkili olduğu alanları yeniden belirlemiştir. Buna göre Karamürsel, Gölcük, Başiskele, İzmit, Kartepe, Kandıra, Derince, Dilovası, Darıca ve Çayıova ilçeleri hizmet alanımıza girmiş ve Kocaeli Ticaret Odası ilin geneline yayılan bir yapıya kavuşmuştur. Bir bakıma tarihi köklerine su vermeye başlamıştır.

5590 Sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yasasının değişerek 5174 Sayılı yasayla tamamlanması, mesleki örgütlenmelerde bölünmelerin değil, birleşmelerin sağlanmasına yönelik ilk adımı oluşturmuş ve işletmelerin üye olacakları oluşumları belirlemiştir. 5174 Sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği TOBB Yasasının 18 Mayıs 2004 tarihinde yürürlüğe girmesi ve yerel yönetimlerde meydana gelen değişimler mesleki yapılanmaları da belirlemiştir.

Ekmeğin Tarihçesi

Ekmekçilik tarihi 8 bin yıl öncesinden ; insanların hububatı taşlar arasında kırıp ufaladığı, sonra da bunlara su katıp elde ettiği hamuru yassı bir kaya üzerine yayarak ateşte pişirdiği günlere kadar uzanır. İlkel insan topladığı hububatı ufalardı,aksi taktirde ne çiğneyebilir ne de yumuşatmaksızın sindirebilirdi. Ekmekçiliği ve fırıncılığı ilk geliştiren insanların, bir dizi deneme yanılma sürecinden geçtiği kesindir.

Mısırlılar ekmekçilikten keyif alırdı, dahası onlar için ekmek,yaşamlarının simgelerinden biriydi. Ekmek Mısırlılar için o kadar önemliydi ki ölenler bundan sonraki hayatlarında da yoksun kalmasınlar diye mezarlarına bir parça ekmek konuyordu. Ekmek başlıca gıdaları olduğu gibi maaşlarını da ekmek üzerinden alıyorlardı. Piramitleri inşa edenlere emekleri karşılığında ekmek veriliyordu. Kişinin maddi durumu kaç somunu bulunduğuna göre ölçülüyordu.

Biracılıktan elde ettikleri mayayı ekmek hamurlarını fermente edip şekillendirmede kullanıyorlardı. Ancak hamurun nasıl fermantasyona uğradığını bir türlü çözemiyorlardı. Mısırlılar zamanla değişik unlar kullanıp çeşitli şekiller bularak ekmek somununu bir sanat yapıtı gibi işlemeye başladı.

Yaygın inanışa göre Mısırlı bir fırıncı, unutkanlığından hamurun bir parçasını yoğurmamış,sonra da bunu bir sonraki hamura ilave etmiş,böylelikle tesadüfen bir yöntem geliştirmiştir.

Eski Mısırlılar ihtiyaç fazlası hububatı Yunanistan’a ihraç ederdi.Yunanlılar ekmekçiliği Mısırlılardan öğrenmiştir.

Yunanistan’da ve Roma İmparatorluğu’nda ekmek zamanla halkın başlıca gıda maddesi haline geldi. Yumurta ve yağ da katılmaya başlandığında ise ekmek artık lüks tüketim maddeleri arasındaki yerini almıştı. Daha beyaz ekmekler zenginlerin, pek tadı tuzu olmayan ekmekler ise fakirlerin sofrasını süslüyordu. İlk mekanik mikseri bir Romalının geliştirdiği kabul edilir.Enerji kaynağı olarak beygir gücü kullanılmıştır.Roma’da ekmek o kadar vazgeçilmezdi ki halkı memnun etmek için ekmek dağıtmak yeterliydi.

Ortaçağ Avrupa’sında Normanlar ekmekçilikte çavdar kullanmaya, hamurlarını da yorgan altında fermente etmeye başladı. İsveçliler una Ren Geyiği kanı, Fransızlar ise öküz kanı katmayı denedi. Yayvan ekmekler revaçtaydı, çünkü hem tabak işlevi görüyor, hem de lezzetle yenebiliyordu.

Zamanla birçok toplulukta, pişirilen ekmeğin çeşidine göre Fırıncı Loncaları kurulmaya başladı. Loncalar dürüst fırıncılara kol kanat geriyor hem de topluluk içinde statü kazandırıyordu. Bir fırıncıya zarar veren, belaya davetiye çıkarmış sayılırdı. Loncanın kurallarını çiğneyen bir fırıncı ise uluorta kırbaçlanır, sokaklarda süründürülür ya da ömür boyu meslekten men edilirdi. Gramajının altında ekmek sattığı ortaya çıkan bir fırıncı için bu cezalardan kaçış yoktu.

İlk olarak İngilizler tarafından kurulan Ekmek Mahkemeleri yüzyıllar boyunca ekmeğin gramaj ve fiyatını tespit etti. Ortaçağ’da bazı yerleşim birimlerinde fakir insanlar için un ya da hamurlarını getirip ekmek pişirebilecekleri umumi fırın ocakları vardı. Bu adet,aynı zamanda fırıncılığın da başlangıcıydı.

1800’lü yılların başında İngiltere’de kabul edilen bir yasayla, ekmek fiyatı, haftalık maaşa eşitlenince kıyamet koptu. Art arda patlak veren ayaklanmalar sonucunda yasa kaldırıldı. Ekmek çalmanın cezası ise genellikle yeni sömürgelerden Galler’e sürgün edilmekti. 19’uncu yüzyılda ortaya çıkan çarpıcı gelişmeler fırıncılık endüstrisini günümüzdeki düzeyine getirdi.

1835’te Caignard de Latour, Scwann ve Kutsing gibi bilim adamları tomurcuklanma yoluyla yeniden üretilebildiğini gördükleri mayanın canlı bir organizma olduğu sonucuna vardılar. 1838’de bira mayasına Meyer tarafından ‘Saccharomyces cerevisia’ adı verildi. 

1859’da ünlü Fransız bilim adamı Louis Pasteur fermantasyona yol açan organizmanın maya olduğunu ortaya çıkardı.

Ocak tasarımları ve un öğütme teknikleri daha da geliştirildi. Emil Christian Hansen, katıksız maya parçacıkları elde etmeyi başardıktan sonra 1870’lerden itibaren yaş maya üretimine başlandı. Bu, mayanın sağlamlığı açısından devrimdi.Artık ekmekçiler ve biracılar aldıkları mayayı gönül rahatlığıyla kullanabiliyorlardı.

Yakın geçmişte, ekmek katkı maddelerinin bulunması, daha kaliteli hububat yetiştirilmesi, öğütme tekniklerinin ilerlemesi kadar ekmek pişirmede kullanılan araçların giderek geliştirilmesiyle de birlikte hamuru daha iyi fermente etmek, ekmeği daha düzgün pişirmek mümkün olabilmiştir.Ekmek öteden beri ağız tadının temelidir. Bir kıtadan diğerine şekli değişse de tüm dünya da her gün ekmek yenmektedir ve ekmeğin gelişimi insanoğlunun, kültürlerin ve toplumların gelişimiyle paralellik göstermektedir.

SALEPİN TARİHÇESİ

Salep kelimesi Arapça’dan dilimize geçmiştir. Manası tilki demektir. Eski eserlerde Tubera Salep karşılığı olarak “Husyet – ül salep” = ”tilki testisi” kullanılmıştır.

Salep, Diascorides zamanından beri tıp kitaplarında kayıtlı bulunan bir drogdur. Dioscorides “Materia Medica” adlı meşhur eserinde, orkidelerin renk, yaprak ve çiçekleri hakkında bilgi vermiş ayrıca köklerinden küçük olanı yiyenin kız, büyüğü yiyenin de erkek çocuğunun olacağı belirtmektedir.

İbn-i Sina’nın “Kanun” adlı eserin de saleple ilgili geniş bilgi bulunmaktadır. İbn-i Sina bu drogu afrodizyak, iştah açıcı, balgam artırıcı, felç giderici, zihin açıcı olarak önermektedir.

Malaga’lı botanikçi Ziyaeddin İbn El Baytar (1197-1249), 4. Murad’ın başhekimlerinden Emir çelebi, 2. Selim’in başhekimi Tabib Nidai, Salih bin Nasrullah eserlerinde salepten bahsetmişlerdir. Yine 1. Mehmet zamanında yaşamış olan Mehmed el şirvani tarafından önerilen Macun-u şahi’nin başlıca maddesi saleptir. 1691-1692 yılları arasında Mehmet Ali tarafından hazırlanan “Tercüme-i Cedide Filhavasıl Müfrede” adlı kitapta salep ve orkidelerle ilgili ayrıntılı bilgi vardır.

1.Mahmut devrinde (1730-1754) yaşamış olan Hüseyin oğlu Ahmed’in “Tühfet’ül Müminin” adlı Farsça kitaptan tercüme ederek hazırladığı “gunyat-al müshilin tercümeti tühfet-ül müminin” adlı eserinde salep ve onu veren bitkilerden bahsetmektedir.

Salep, Osmanlı sarayı’nın “Halvahane”sinde her sene padişahlar için pişen macunların kaydedildiği defterde de bulunmaktadır.

Buraya kadar verdiğimiz örnekler, salebin Osmanlılar’da ve daha önceki devirlerdeki tababette önemli bir yeri olduğunu, muhtelif formları halinde ve değişik gayeler için ilaç olarak kullanıldığını göstermektedir. Batı kaynaklarında da sinyatür teorisine göre, salebin Dioscorides’ten beri afrodizyak olarak Avrupa ve doğu ülkelerinde kullanıldığı belirtilmektedir.

Uzun yıllar bu gayeler için kullanılan salep artık soğuk kış gecelerimizi ısıtan, kısık sesimizi açan, göğsümüzü yumuşatan, bir içkinin veya sertliği ve hoş tadı ile sıcak yaz günlerinde aradığımız Maraş dondurmasının içinde bulunan, eski tarihi bir ilaç haline gelmiştir.